Müşahede edebildiğimiz sebeb-sonuç ilişkileri  bir anlamda bizlere ilahi irade yasalarının farklı bir perspektiften görünüşüdür.İster Doğa yasası,ister İlahi İrade yasası diyelim sonuçta ortada bir YASA vardır.Ve bu yasalar insanların onlara uyup uymama durumuna göre bir değişiklik göstermez.

 

 

Biz evde kalsak da,dışarı çıksak da,hava bulutlu veya açık da olsa  Güneş oradadır ve Dünya döner,mevsimler oluşur.İnsanlığın tüm yaşamıda bu yasalara karşı aldığı tavırla belirlenir. Kısaca çekim yasası  hep vardır,bu yasa ile ilgili taşı minareden bırakarak yada  aynı taşı balona bağlayarak testler yapabilirsiniz. 

          Tüm bilimsel çalışmalar bilerek yada bilmeyerek sebep-sonuç yasalarını keşfetmeye çalışmaktadırlar.Ve hakikate yakın ,geçerli bir sebep-sonuç yasası bulan yeni bir şey buldu,yada icat etti diye anılır.Kalan  bilim adamları da bu yasayı test etmek için farklı  yöntemler üretirler.(Einstein ve takipçileri gibi) Sonuçta belirli şartlar altında belirli sürede belirli bir sebep-sonuç ilişkisi ortaya konur. Bu şartlar ne kadar gündelik yaşama adapte edilebilirse o ölçüde fareler , deney hayvanları, arge departmanı bütçe sorumluları rahat eder ve uygulama başlar.Ancak bazen birtakım istisnalar olur ve beklenmeyen yan etkiler ortaya çıkmaya başlar.Sonrası malum; alerjik bir nesil,kanserli hasta oranında yükselme,ozon tabakasında incelme,yağmur ormanlarına asit yağmuru,hava kirliliği vs gibi daha birçok istatistik malzemesi ortaya dökülür.Ve tüm insanlık hep birlikte daha önceden keşfedilen  yasayı, kontrol edecek yasayı bulmak için bu istatistik verileri yorumlamaya uğraşırız. Hiçkimsenin çıkarına dokunmayacak şekilde ortada kalmayı başarabilen  son istatistiki verinin titrek bakışları yorumlanarak, uluslararası andlaşmalarlada uygulamaya geçilir-kısmen-. 

           Kısaca özetlersek beşer olarak bir yasaya başka bir yasa ile müdahele etme özgürlüğümüzün olmasının yanısıra; tek yapabileceğimiz faaliyet,İlahi irade yasalarını anlamak,  aralarındaki  birliği,ilişkileri anlamaya ,ortaya çıkarmaya çalışmaktan ibarettir. Aslında varlığın  tüm zenginliği ve güzelliğide buradadır. 

          Hiçbir zaman yeni bir yasa icat etmemiz,yada yaratmamız mümkün değildir.Zaten böyle bir şey sözkonusu olsaydı icat edilen yasalar üzerinde kayıtsız,şartsız sonsuz  tasarruf gücümüz olurdu ki ,bu hiçbir zaman hiçbir yaratılmışa nasip olmamış ,hiçbir zamanda  olmayacaktır.Tüm tasarruf gücümüz kesb ve kesb den doğan fiillerdir.Beşer bazı yasaların üzerinde kontrole muktedir olduğunu verilere dayanarak iddia etsede  ,bu gözlem ve iddia ,yasayı kontrol edebildiğimizin değil, sadece kısır ,dar zamanlı cahil bakışımızın bir göstergesidir. 

          Beşerden önce Varolan,sonrada varolacak olan  bu yasaları ve bağlantılarını keşfederken veya kullanırken, sorunlarla karşılaşmamak, dosdoğru yürüyebilmek için temel hareket noktamız;bilgeler, kutsal kitaplar,peygamberler,sanatçılar kanalı ile sezgisel olarak doğrudan veya dolaylı olarak  verilen İnsanlık Ahlak değerleri olmalıdır.Yada bu hazır verilen lütufun farkında olmadan,beşerin aceleci ısrarının,sabırsız yetki hırsının  sonucu yaşamak zorunda kaldığı,acı tecrübeleri ile  keşfedebildiği beşer zorunlu uyum değerleri. 

          Tarih boyunca Güzel Ahlak değerlerini göz önüne almayan bilimsel çalışmalarla ortaya koyduğumuz yasalar,kurallar  zamanla ya unutulmuş, yada toplumların yıkımına neden olmuştur.Bunların dışında kalanlar ise  tarih tarafından hokkabazlık  gösterisi olarak  kayda geçirilmiştir. Tecrübeler göstermiştirki birinci tip olanlar daha çok fiziksel bilimlerin,ikinci tiptekiler ise toplumsal bilimlerin sonuçları olarak karşımıza  çıkmaktadır. Çünkü soyut teorilerle uğraşmak zorunda kalan Felsefe,Sosyoloji, İktisat,Siyaset, Ekonometri vb disiplinler ile uğraşan bilim adamları  fiziksel bilimlerden çok daha fazla Ahlaki değerlere muhtaç durumdadırlar.Çünkü sosyal bilimlerin öncelikli ölçü değeri adet,metre,mikron vs değil,Ahlak tır. Şu anki beşerin bilimsel ölçüm kriterlerinin çoğunluğu materyalisttir.Bağlı olarak da ölçü birimleri de maddenin yasalarından elde edilebilen ölçü birimleridir.Hal böyle iken ; ne yazık ki sosyal bilimlerde  bilerek yada bilmeyerek maddenin ölçü birimlerinden kendilerinin de yararlanabilecekleri zannıyla bilim tarihine ibret alınası ilginç notlar bırakmaktadırlar. 

          Bu türden bilimsellik iddiasında bulunan  ilginç uygulamaların bir çoğunu İktisadi bilimlerde de  görmekteyiz.İktisat biliminde istisna sayılacak kadar az da olsa , pekde popüler olmayan çok değerli bilimsel çalışmalarda bulunmaktadır.Ancak bunların dışında kalan   popüler iktisat bilimi, bilimsel yasaların keşfi esnasında beşerin ego sunu tanıyarak iktisadi yasa ları keşfetmek yerine,beşerin egosuna tabi olarak iktisadi yasaları keşfetmeye çalışınca, hakim sınıfın yada yönetimin ideolojisinin uygulamasını ve kabulünü  kolaylaştıracak sözde yasalar türetmek zorunda kalmaktadır.Doğal olarakda insan için hala anlaşılamayan bir takım soyut sosyal sınıflar kabulünden başlamak üzere , fiyatın belirlenmesi,toplumsal kalkınma, uluslararası ekonomi  vb konularda gerçekle ilintili olmayan bir sürü sistem ve teori üretmek zorunda kalınmıştır.Hatta  Küresel yapısına rağmen Dünya mızı Doğu-Batı Sağcı -Solcu gibi garip bir bölünmeye bile tabi tutanlar olmuştur.Ne mutluki olgun-maddi  Dünyamız bu tür garip bilimselliklere hiç itibar etmeden Küresel yapısını devam ettirmiştir.Yinede her ihtimale karşı,uzaktaki korkunç düşmanların  her an kapıda beklediği, sayılarla ve sosyoloji ile oynayarak ,ikinci bir önlem olarak beşeriyete devamlı hatırlatılmıştır.  

          Halbuki her zaman batı blokunda da doğu blokundada yüksekten  bırakılan taş hangi blokta  olduğuna bakmaksızın yere düşmesine rağmen , Fiyat ın oluşması,arz ve talep nasıl kontrol edilir, refah düzeyinin yükseltilmesi, gibi konularda iki blok arasında çok büyük farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Çünkü her iki tarafın popüler teorisyenleride yasa keşfetmek değil yasa uydurmak zorunda kalmaktaydılar. Yada ancak yasa uydurabilenler popüler olmaktaydı. 

          Fiyatın oluşması bu konuda ilginç bir örnektir;Çok kabaca incelersek;Katı Sosyalizm de fiyatın en iyi yönetimce planlanarak  belirlenebileceği savunulurken, kapitalizmde ise arz ve talebin kesişmesi ile ortaya çıktığı iddia edilmekteydi. Halbuki birincisinde insanlar fiyata cevap vermeyince ürünler çürümekte yada üretilmemekte, İkincisinde ise arz ve talep bir türlü karşı karşıya gelip kesişememekteydi. Çünkü Fiyat=maliyet +Kar dı. Dolayısı ile talebin belirleyiciliği fiyatta değil ilk üretimde ortaya çıkmakta ve daha sonra da reklam,promosyon, bağımlılık, moda  vs gibi uygulamalarla sürekli kontrol edilmekteydi.Bilimsel yöntemler konusunda bir çok konuda bir türlü buluşamayan  İktisatçılar, ısrarla arz ve taleb eğrilerinin kesiştiği yerde fiyatın oluşacağına inanmaktaydılar.Ancak bu birtürlü gerçekleşmemekte, enflasyonla mücadele için parasalcı politikalarla ,insanların ellerindeki son kuruşlarına kadar alınmasına rağmen  enflasyon yinede düşmeyerek parasalcı teori sahiplerini mahcup etmekteydi.(Hatta bazı grafiklerde talep eğrisinin görülmediği  bile olmuştur.)Tabiki iktisat bilimi yanılacak değilya; hemen yeni bir kavram (Stagflasyon= durgunluk+enflasyon yada piyasaya yeni kaynaklar girinceye kadar 'dış borç ,taze para vs' kaynaklara hakim olanların bekleme sabrıda diyebilirsiniz ) üretirsiniz olur biter.Bu sayede iktisat bilimcileri beş on yıl daha meşgul edebilirsiniz,hatta  sonsuz bir bilgisel,teorik,ideolojik tartışma sarmalı da oluşturulabilir. Bilim adamlarıda o sarmaldan kurtulmak için fast foodlarda derin düşünceler içinde, fast read teoriler üretirlerken  dünyanın bir yerinde beyaz adamın karşısında, siyah adamın kendi ülkesinde oy hakkı olmamasına şaşırma haklarını saklı tutarlar.Bunların dışında kalan saygın bilim adamları ise bilimsel çerçevede kalarak ispatlar yapmak için uğraşırken, ya tezleri kabul edilmez yada  gereken sonuçları elde edinceye kadar geçen sürede zaten emperyalist ideoloji istediğini elde etmektedir. 

          Bu arada birkaç ülke zor duruma düşebilir ancak bilimin aydınlık(!) yolunda bu türden laboratuvar hataları olabilir.Malum her bilimsel çalışma bir laboratuvara ihtiyaç duyar.Bunların adına daha sonra geliştirilmemiş değil gelişmekte olan ülke dersiniz olur biter.Fakat yinede tüketiciler ikna edilmiş ve kendilerini fiyatta belirleyici zannederek yıllarca avunmaları sağlanmıştır. (Stagflasyon kavramı yeterli olmazsa sırada  her zaman işe yaramış olan maniplasyon kavramı var).Sonuçta açık veya gizli, bilerek ya da bilmeyerek her iki teorik yaklaşımda ,birilerinin diğerlerine karşı sömürge yaklaşımlarına bilimsel görüntüsü verilmesine sebeb olmuşlardır. 

          Oysa insanların ego su ile ilgili konularda bir çok yasalar keşfeden işletmecilerin uygulamaları ve pazarlama teknikleri iktisatçıları hergün biraz daha zor durumda bırakmaktadır. Günümüzde, öyle bir duruma geldikki ;iktisat bilimi ile pazarlama  birbirine karıştırılmaya başlandı ,dahası İktisat  denince akla sadece borsa endeksleri geliyor.İşin sosyal yönü nerede diye sorarsanız alacağınız yanıt ;toplum psikolojisinin borsa endekslerine etkisi seviyesinden öteye geçmeyecektir. 

          Halbuki İktisat teorisyenleri fiyat formülünü insanın egosundan etkilenerek değil Ego yu tanıyarak ortaya koysalardı bugünkü tröst ve kartelleri açıklamakta ve öngörmekte hiçde zorluk çekmeyeceklerdi.Ve hatta kaynak paylaşım savaşlarını bile durdurma şansları olabilirdi. Örnekteki  fiyat formulünü doğru olarak ortaya koymanız durumunda ; insanlar ,kar ve bağlı olarak sermayenin tehlikeli birikimi  konusuna kafa yormaya başlayabilirler.Sürüklendikleri yolun karşılarına ne çıkaracağını anlayabilirler. Bu durumda birde bakmışsınızki ekonometrik denklemlerdeki değeri ve etkisi binde birlerle anılan ünlü U değeri bir anda %99 u etkilemiş. Çünkü günümüzdeki toplumsal bilimler bilemeyeceklerini kabul etmek yerine bileşeni  insan olan bir bilim dalında %99 gibi bir bilme iddiasında bulunmaktadırlar. 

          Artık günümüzde sosyal bilimcilerin popüler söyleminde; sermayedar, işveren, işçi, köylü, burjuva sınıflarından değil, sadece iç-dış müşterilerden bahsedildiğini görüyoruz. Demekki Adam Smith ten bu yana yanılmışız.Sadece iki sınıf varmış ve hepside müşteri imiş.Yada emperyalizmin sınıfsal ayrım yada haklar gibi  teorik bölünmelere artık  ihtiyacı kalmadı. 

          İlahi yasalara ters düşerseniz,sonucun istisnası olmaz.Hiçbir zaman yukarıdan düşen taş aşağıda ne olduğuna bakarak tercih kullanmaz.Taş tabi olduğu yasaya uyacaktır.Peki beşer çekim yasasına taş gibimi tabi olmalı?Ya da bilim gereği taş gibi,doğal olmalı diyenler neden kendileri için aynı uygulamayı hoş görmüyorlar.Kendi bilimleri  neden kendilerine birşey ifade etmiyor.Bilimin ikiyüzü...? 

           Sonuç olarak sosyal bilimlerde .....varsayımıyla  demek,bu disiplinleri hiçbir zaman sosyal olayları çözemeyen, anlamayan, ütopik birer disiplin olmaktan kurtaramamış  ve aradan bir kaç yüzyıl geçince de güvenilirlik tamamen fizik, kimya, biyoloji gibi maddesel-deneysel bilimlere kaymış ve  bilim adamlığı zamanla teknobilim adamlığına dönüşmüştür.Bu aşamada bazı sosyal bilimcilere  düşen görev de sözde bilim adamlığı kisvesi altında ekonomik açıdan gelişmiş toplumların, gelişememiş toplumları sömürme mantıklarını  yasallaştırmaya-legalleştirmeye  çalışan hertürlü emperyalizm dalkavukluğu haline dönüşmüştür.Daha ciddi diğer sosyal bilimciler ise bilimsel çalışmaların doğruluğu ve geçerliliği açısından tümdengelimci mi, tümevarımcı mı yaklaşım daha bilimseldir  diye tartışırlarken  Dünyada korkunç bir gelir dağılım adaletsizliği başgöstermiş ve Dünyamızın hava ve su dışındaki  kaynaklarının  % 80 inin Dünya nüfusunun % 20 sinin tasarrufunda  tutulması gibi çarpık ve acı bir bir tablo ile karşılaştık.(Şimdilik hava ve suyu kontrol edemeyip sadece kirletebilmektedirler.?) 

          Bu tür bir çarpık sonucu hiçbir felsefi düşünce,dini kabul,istatisiki veri ,teknoloji veya çalışkanlıkla açıklamak mümkün değildir.Bunun bir tek izahı bilimsel-yönetsel  zorbalıktır. Dengesiz paylaşım hiçbir zaman Dünya mızın  hiçbir bireyine  huzur vermeyecektir.Sadece öncelik değişmektedir. Acı ve yokluk gelişememiş toplumları daha çabuk ziyaret etmektedir. Hepsi bu.Yoksa herkes ektiğini eninde sonunda biçecektir.Gecikme sadece hissedebilenler için ızdırabın şiddetini artıracaktır.Beşeriyetin bu sefaletini  göremeyecek kadar kör olanların, tüm  yaşananların beşer için normal olduğunu düşünenlerin ilahi yasalar karşısındaki durumu ise tekamül seviyesi yukarıda bahsettiğimiz taştan pek de farklı değildir. 

          Günümüzde  sosyal bilimler -birkaç istisna hariç- bilimin en önemli fonksiyonu olan öngörme yeteneğini büyük ölçüde  kaybetmiş ve herşey olup bittikten sonra, şu olduğu için bu sonuç yaşandı...şöyle olduğu için böyle oldu gibi gecikmiş yorumlarda bulunmaktadırlar. 

          Peki bu durumda Sosyal bilimciler  ne yapmalı.Maddesel bilimler sebep-sonuç yasaları konusunda bu kadar hakim durumdayken, Fizikçilerin çantalarını mı taşımalı? Tabiiki hayır. Şayet dikkat edilirse Ulvi bilginin kıymetli evladı aslında Felsefe ve bağlı olarakda sosyal bilimlerdir.Peki sosyal bilimlerin saplandığı bu çıkmazdan kurtulma şansları var mı? Bu sorunun yanıtı için ne yapılacağına karar vermeden, ne yapılmadığının sonuçlarını incelemekte fayda var.(İlgilenenler için :Sayın Orhan Kurmuş 'un Savaş yayınlarından çıkan “Bir Bilim Olarak İktisat Tarihi nin Doğuşu”  adlı eserinin giriş bölümünü okumaları ülkemizde de  bilimselliğe  olan yaklaşıma güzel bir örnektir.) 

          Sosyal davranış bozukluklarını incelersek hepsinin temelinde hissi davranışların ağır bastığı görünmektedir.Oysa batı kültürü-gelişmiş diye anılan ülkeler- materyalist-kapitalist yaklaşımla sorunu kökünden çözmüştür.Malum; herkes kendi hesabını öder.İstisna olamaz.Sömürmek doğa yasasıdır.Sömürgelere yatırım yapılmaz Hatta öyle bir sömürülürki birkaç yüzyıl halkı sefalet sınırında dolaşır. 

          Maddi yasaların tek yönlü gelişimi ve denetimsiz kullanımı  eninde sonunda ruhsal yasalarla karşılaşacak ve çıkmaza girecektir. Bu yasanın tezahürlerini, batı nın tüm bu kuralcı yüksek hayat standardına rağmen ısrarla  Alman usulüne karşın Türk paylaşımının , Hindistan , Tibet ve medistasyon gibi konu başlıklarının materyalist kurallarla yönetilen toplumlarda ilginç bir şekilde giderek daha  popüler olmasında görmekteyiz.Son 15 yıldır birazda zorunluluktan-çaresizlikten dolayı tüm Dünya da ; çalışan birey bant sistemindeki bir robot değil, başka birşey olarak algılanmaya başlamıştır.Malum robotların her işi yapamadığı geç de olsa anlaşılmıştır. Artık insan pazartesi işe giden yiyip içen ve sadece maddi değerler üreten ve tüketen değil , düşünen ,seven,sevilen bir yönüyle tanınmaya başlanmıştır.(Hatta günümüzde zekada duygusallık-duygusal zeka  bile olduğu iddia edilmektedir.İnanılacak gibi değil ,meğer insanda duygu varmış .Yaşasın.) 

          Avrupa sanayisi tarafından bir kurtuluş mucizesi gibi algılanan  toplam kalite yönetimi felsefesi yine  bu arayışların sanayideki bir yansımasıdır.İşte tamda burada Doğu nun davranış modelinin doğru yönde ancak yetersiz olduğu birkez daha ortaya çıkmaktadır.  

          Günümüzde  sosyal bilimler de  kendi teoremlerinin düştükleri bunalımlardan kurtulmak için (Kapitalizmin ekonomik bunalımları,Doğu blokunun dağılması ) bant sistemi yerine, Taylor cu ,Friedman cı modeller yerine başka arayışlara gitmek zorunda kalmışlardır. Çünkü kurulan hayali sistem büyük acılar ve bunalımlarla herkes için çökmüştür.Ekonomik bunalımlar ve dünya savaşları sosyal bilimcilere karşı fiziksel bilimlerin denetimsiz ezici üstünlüğünün birer acı göstergeleridir. 

          Son on yılda Kalite kavramına bakışın değişmesi ile Sosyal bilimler için yeni bir fırsat doğdu.Verimlilik.Şayet sosyal bilimciler bu kavramı Ego ya dönük değil Ahlaki prensiplere göre değerlendirebilir ve İlahi yasalar karşısında beşerin nasıl tavırlanması gerektiğini  objektif istatistik analizlerden yararlanarak  Ahlak kuralları çerçevesinde ortaya koyabilirlerse, bilimsel disiplinler içersinde hak ettikleri saygın yere kısa zamanda gelebileceklerdir.Ve ancak bu sayede  fiziksel bilimlerin çılgın laboratuar çalışmalarının üzerinde  belki bir miktar denetim hakkı elde edebilirler. 

          Artık tüm Dünya da ,herkes, büyük bir umutla verimlilik kavramını yeniden tanımlamaya çalışıyor. Ancak göstergeler yine verimlilik ölçütü olarak, sistem verimliliği yerine, kısa vadeli, KAR maksimizasyonunun  hedeflenmekte olduğunu gösteriyor.Buda  yapılan kalite çalışmalarını tüm iyiniyetli çabalara rağmen, örtülü yada açık olarak etkilemektedir.(İlgileneler için Tito Conti -Kurumsal Özdeğerlendirme -Kalder yayınları-1998 ) 

          Ne mutluki günümüzde insani Ahlak değerleri ihmal etmeyen, yani akılcı-duygusal metafizik çalışmalar çok büyük başarılara imza atmaktadırlar.Bunun belkide en pratik güncel örneklerinden biri değerli bilim adamı Sayın Doğan Cüceloğlu'nun teorisi ve pratiği ile ortaya koyduğu çalışmalarıdır.Demekki teorinin temeli Ahlaki olunca pratiğide kolaylaşmakta ve geniş kitlelerce kabul edilebilen  ahlaki güzel sonuçlar üretilebilmektedir.Aynı şekilde Sosyal bilimlerdeki diğer bir güzel beraberlik örneği Amerikalı İstatistikçi Dr.Deming in akılcılığı  ile Japon kültürünün-sadakat- ortaya koyduğu çalışmaları gösterilebilir. Japon mucizesi, sanayinin, çok temel bir yasaya uyumunun güzel sonucudur. Ancak başlangıçtaki bu türden güzel yaklaşımların; yine rehavet ve kar hırsı ile asıl prensiplerden uzaklaşma ve dejenerasyon riskini her beşeri ortam için taşıdığını unutmamalıyız.Bu güzel örneklerin yanısıra , verimlilik kavramındaki değişimin diğer türden ilginç uygulama örneklerinide görmekteyiz.Bazı işletmeciler her zamanki hırsları ile, gerçek  iktisadi kuralları keşfetmek  ,TKY felsefesini algılamaya çalışmak  yerine, işi yine kurnazca ve kısa yoldan çözmeye kararlı görünüyor. Kaliteye bağlı sistem verimlilik  çalışmalarının yerini , kısa zamanda personel konsantrasyon eğitimleri, ekip sinerji çalışmaları, dahada abartırsak ,ateşin üzerinde yürüme, şirketler için yoga,yöneticiler için 5 derste mantra, gibi  faaliyetler hep bu sabırsızlığın sonuçları olarak ortaya çıkmakta ve felsefi altyapı oluşmadan  hemen  sonuç hedeflenmektedir. Bedelini öderseniz sizin bir mantranız olur.Mantranızı günde 10 kez tekrarlarsanız rakiplerinizi geçersiniz.Peki ya size mantrayı satan sizin rakibiniz olursa  ne olacak ?.Yada isterseniz firmanıza kadrolu bir tarot uzmanı alabilirsiniz. Tüm bu çabalar bilerek yada bilmeyerek, temel yasaları keşfetme ihtiyacının, beşerin Güzel Ahlaka olan  muhtaçlığının sadece hissedilmesi ile yapılan , yetersiz-dayanaksız sonuçları ve yanlış uygulamalarıdır. 

          Halbuki temel Ahlak yasalarını algılamadan ,bu yasalara uyum hedeflenmeden , yapılacak bu türden çabalar,belki işletmelerin dolayısı ile insanların ızdıraplarını geçici olarak erteleyecek, ancak  kısa zamanda çok daha ağır sorunlarla kendilerini hissettireceklerdir. 

          Maddeci-üretimci teknoloji  kültürünün Doğu nun  sistem anlayışının felsefi altyapısını alamadan, sadece tekniklerini alıp uygulamaya başlamasının ve bir sürü yeni kavramlar türetip yeni sistemler geliştirmeye çalışmasının ilginç uygulamalarından biride değişim mühendisliği dir.Değişim mühendisliği gibi toplam kalite yönetiminin çok yararlı bir aracı, bir araç olmaktan çıkarılıp firmaların TKY ne karşı  kurtarıcısı olarak algılanmış ve yeni bir teknoloji sarhoşluğu tüm işletmeleri sarmıştır.Halbuki çok temel  bir Prensip:Evrensel Ahlaki değerlere uygun olmayan her türlü sistem, teknolojik seviyesi ne  olursa olsun eninde sonunda çökecektir. 

          Geçmişte  insanı bir sınıfın üyesi olmadan,tasnif yapmadan , sadece insan gören muteşem  uygulamalar da bulunmaktadır.Temelleri  öncelikle ruhani kültürlerde atılmaya   başlayan. Ahilik, Esnaflık,yada komşusu siftah yapmayınca gelen ikinci müşterisini komşu esnafa yönlendirme gibi uygulamalar bunlardan sadece birkaçıdır.Bu günkü kapitalist ticari ortamda bu tür diyaloglar inanılması güç bir masal alıntısı gibi geliyor.Halbuki beşerin esnaflığı dışlayan  yaşam tarzı ve ulusal-uluslararası ilişkilere bakınca da , masallarda bile anlatılamayacak kadar ürkütücü ve bitmeyecek bir kabus yaşıyor gibiyiz. 

          Daha fazla zaman geçirmeden bazı soruları sormalıyız. Hata yapmış olabilirmiyiz? Sanayi devrimi ve kapitalizm, sosyalizm gibi kavramlar yokkende aynı sorunlar varsa; beşer kendisini mi uyuşturuyor? Kapitalizm,sosyalizm veya türevlerinin dışında başka sistemler kurabilir miydik?Yoksa cilalı taş devrinde ,ilkçağda ,ortaçağda , yakınçağda ve cilalı teknoloji çağında da, sorunlar hep aynı ve değişmiyorsa (ki büyük olasılıkla cilalı medya çağında da devam edeceğe benziyor);sorun  bilimsel ve yönetsel prensip-ahlak sorunu olabilir mi ?  Tercihimizin sonucu ne oldu? Yoksa masallar daha mı doğruydu? Komşumuzun mutluluğu bizim işlerimizide olumlu etkiler mi dersiniz?Her şeye yeni baştan başlama şansımız var mı ? KAİZEN ve AHİLİK in ortak yönleri nelerdir? 

          Sonuç olarak şimdilik hissi olmak , akıllanıncaya kadar ızdıraplıda olsa doğru davranış gibi görünmektedir. Peki sosyal bilimlerin, toplumların histen hissi-akılcılığa gitmesi gereken metafizik yolda Verimlilik için  katkıları neler olabilir? Bu sorunun yanıtı tam olarak verilebilirse gerçektende yeryüzünde huzur  hakim olabilir gibi görünüyor.Aksi takdirde çalışanlara alınterinin karşılığını  zamanında ödemezseniz.,kalitesiz mal üretirseniz, işletmenizdeki hiçbir doğu  tekniği uygulaması,mantra,oraya buraya asılan  yazılar,masanızın yeri,köşe sayısı  yada batı teknolojisi sizin işinizdeki negatif enerjiyi pozitif alanlara çeviremeyecektir.Tedarikçinin  CRM uygulaması ise müşterinin yapacağı ödemeyi geciktirerek faiz geliri elde etme niyetine karşı, her zaman çaresiz kalacak ve eninde sonunda sistem her iki taraf içinde çökecektir. 

          Soru şu;herkesin krizlerden feryat ediyor gibi görünmesine rağmen,acaba krizlerden beslenen,kriz çıkması için özellikle uğraşan,kriz oluşturacak sistemleri destekleyen, hastalıklı yapılar var mıdır?Bu yapıların oluşumunu engellemek mümkün müdür? Gerçekten krizlerden kurtulmak istiyorsak;krizlerin çözümü insana rağmen robotlar değildir.Robotları insanlaştıramamanın çözümü insanlardan klonlama yöntemiyle insan-robotlar üretmekde değildir.Ve özellikle medya bombardımanı  ve gen teknolojisi ile, müdahele edilebilir gıdalarla,bağımlılıklar oluşturmak da değildir.         

Sosyal bilimcilerin yüklendikleri sorumluluk tahminlerinin çok ötesinde ve çok ağır. 

 

Ali İhsan ÇİFTÇİ

 

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

 

(Yazar Hakkında :1964 doğumlu ,1985 Ekonometri mezunudur.Halen bilim felsefesi ve dinler tarihi konularında çalışmalarını sürdürmektedir.)

occonsbanner12